Ateşe atmak: Birini çok tehlikeli bir işe bile bile sokmak."Hiç aldırmadan, biricik kızını o adamla evlendirip ateşe atamazsın değil mi?"
Ateşe tutmak: 1. Ateşli silâhla mermi atmak. 2. Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak ısıtmak."Zalim askerler zavallı köylüleri yaylım ateşine tuttular."
Ateşe vermek: 1. Bir yeri bilerek yakıp yok etmek. 2. Aşırı ölçüde telâşlandırmak. 3. Bir toplumu, bir ülkeyi kargaşalık içine sürükleyerek yıkıma uğratmak."Dış güçler yerli işbirlikçilerle anlaşarak ülkeyi ateşe verdiler."
Ateşine (nârına) yanmak: Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek."Eğer bu malı satamazsam senin ateşine yanmış olacağım."
Ateşle oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek."Bırak o silâhı elinden! Ateşle oynadığının farkında mısın sen?"
Ateşten gömlek: İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir."İflas etmem, ateşten gömlek giymem demektir."
Atı alan Üsküdar`ı geçti: "Fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı" anlamında kullanılır."Sen daha dur, atı alan Üsküdar`ı çoktan geçti."
Atı eşkin, kılıcı keskin: Her bakımdan güçlü, dilediğini yapabilir."Zalimlere karşı durmak mı istiyorsun? Atın eşkin, kılıcın keskin olmalı!"
Atın yüğrükse bin de kaç: İmkânın varsa kendini kurtarmaya bak.
Atıp tutmak: 1. Kendi gücünü aşacağı işler yapacağını söylemek, abartılı konuşmak. 2. Birisinin arkasından ileri geri konuşmak, kötü sözler etmek."Yüzüne karşı söyle, arkasından atıp tutma adamın."
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: İşe yaramadığı, sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için kullanılır."Ne yapayım, kardeş işte! Atsan atılmaz, satsan satılmaz!"
Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu dereceden, mevkiden, önemli görevden daha aşağı bir yere inmek veya alınmak."Aklını başına toplamazsan adamı işte böyle attan indirip eşeğe bindirirler."
Avaz avaz bağırmak: Olanca gücüyle bağırmak; sesi yettiği kadar, var gücüyle bağırmak."Tamam duyuyorum, öyle avaz avaz bağırma!"
Avucunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek, beklediğini elde edememek."Avucunu yalamak istemiyorsan harekete geç, sen de çalış."
Avucunun içine almak: Birini her dediğini yapar duruma getirmek, baskı ve etkisi altına almak."Kaymakam bütün kasabalıyı avucunun içine aldı."
Avuç açmak: Yardım istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma düşmek."Yarın avuç açmamak için bugünden çalışmalısın."
Ayağa düşmek: 1. Bir şeyin değerini kaybetmesi. 2. Yalvarır duruma gelmek. 3. İşe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışır olmak."Sevinmeyin boşuna, bu işi ayağa düşürmeyeceğim hiçbir zaman."
Ayağa kalkmak: 1. Hasta iyi olmak. 2. Saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek. 3. Telâşlanmak, heyecanlanmak. 4. Dikilmek, ayakları üzerinde durmak."Dedem nihayet ayağa kalktı."
Ayağı (ayakları birbirine) dolaşmak: Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayakları birbirine takılmak, sendelemek."Korkusundan zavallının ayakları birbirine dolaştı."
Ayağı (ayakları) suya ermek (değmek): Neden sonra aklı başına gelmek, bir şeyin aslını anlamak, beklenen biçimde olmadığını kavramak."Toy olduğu için doğruyu göremiyor, onun da ayağı suya erecek bir gün."
Bu site tüm dünyada etki yaratmış sözleri aramanızı sağlayan bir arama motorudur. Sitemizde 75.000'den fazla sayıda söz bulunmaktadır. Beğendiğiniz sözleri saklayabilir ve sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz.